Lermontov’un bir şiiri (Kaçak)

Murat Ürek
4 min readAug 3, 2022

--

Lermontov, Rus yazar ve şair. En bilinen eseri “Zamanımızın Bir Kahramanı” isimli romanı. Ayrıca şiirleri var. Daha detaylı ve güzel bir şekilde ele alınması gerekir Lermontov’un. Ben sadece bir şiirini paylaşmak istiyorum. Şiirin ismi “Kaçak”. Bu şiir gerçekten derinden bir ürperti hissettirdi. Hayatın o sıkıcı ve soğuk tarafını bir savaşta cengederken bile bir dostun, kardeşinle konuşurken bile hatta aşık olurken ve aşka yenik düşerken bile en güzel şekilde aktarmasını bilen Lermontov, bu şiirinde Kafkasyada Ruslarla çarpışan halkların bu savaşına başka bir açıdan ışık vuran bir şiir yazmış. Bu şiirin anlamı bu tanımların kategorize edeceğinden daha fazlası.

-Kaçak-

Harun daha hızlı kaçıyordu ceylandan,

Kartaldan kaçan tavşandan daha hızlı,

Dehşet içinde kaçıyordu savaş alanından,

Çerkez kanının seller gibi akıtıldığı…

Onun babası ve iki öz kardeşi orada

Özgürlük ve onurları uğruna can verdi,

Düşman ayaklarının altında

Toz içinde yatıyor başsız gövdeleri.

İntikam istiyor dökülen kanları,

Unutmuş borcunu, utanmayı Harun;

Savaşın kızıştığı anda kaybetmiş kılıcını,

Tüfeğini — kaçıyor ardına bakmadan!

Gün battı; yükselen dumanlar

Örttü geniş bir perde gibi

Karanlık kayranların üzerini;

Doğudan esti soğuk bir rüzgâr,

Ve peygamberin çölü üzerinde

Altın ay yükseldi gitgide derinlere!

Aç susuz, yorgun mu yorgun,

Silerek kan ter içindeki yüzünü,

Ay ışığının altında seçiyor Harun

Kayaların arasından sevgili köyünü;

Usulca yanaştı kimseye sezdirmeden…

Sessizlik ve huzur var her yerde,

Kanlı savaş alanından zarar görmeden

Tek başına köyüne varmıştı işte.

Tanıdığı bir eve yürüyor aceleyle,

Ev sahibi evde, içerde ışık yanıyor;

Harun elden geldiğince heyecanını,

Bastırıp, evin eşiğine bastı ayağını;

Selim’i dostu bilmişti bir zamanlar;

Yabancıyı pek tanıyamadı Selim;

Ağır hastalıktan yatıyordu yatağında,

Adam sessizce ölüyordu bir başına…

“Allah büyüktür!” dedi hayli bitkin,

“Seni şan şeref için dertten beladan

Korumalarını buyurmuştur meleklerine!”

Ağırlaşmış kirpiklerini kaldırıp güçlükle:

“Haberler nasıl?” diye sordu ardından,

Gözlerinde bir umut ışığı yanıp söndü!…

Ve yatağında doğruldu, savaşçı kanı

Son demlerinde bile tekrar tutuşmuştu.

“Bir derbentte çarpıştık iki gün iki gece

Babam can verdi kardeşimle birlikte;

Tek başıma çöllerde gizlendim durdum,

Vahşi bir hayvan gibi izleniyordum,

Sivri kayalardan, dikenli çalılardan

Kanlara bulanmış yaralı ayaklarımla,

Takip ederek domuz ve kurt izlerini

Yürüyordum bilmediğim patikalardan;

Çerkezler öldürülüyor, her yan düşman…

Yaşlı dostum hadi, evine kabul et beni;

Peygamber şahit! Bu yaptığın hizmeti

Ölene kadar hiç unutmayacağım, inan!..”

Ölmek üzere olan adam karşılık verdi:

“Defol git, aşağılanmaya değer yaratık!

Burası senin gibi ödlek bir adama artık

Ne barınak olur ne hayır dua edilecek

Bir yer!” Gizli bir acı ve utançla Harun,

Bu kınamayı uysalca sineye çekerek,

Güler yüzle karşılanmadığı bu evde

Geldiği gibi ayrıldı tek söz etmeden.

Harun başka bir evin önünden

Geçerken ansızın duruverdi,

Eski günlerin uçucu düşleri

Soğuk alnından hararetle öperken

Bir sıcaklık kapladı yüzünü;

Gönlü ferahladı, ışıdı ruhu;

Gecenin karanlığında önünde,

Ateşli gözlerin ilgi ve şefkatle

Işıldadığını görmüştü sanki,

İçinden: “Sevilmiştim ben,” dedi,

“Benimle yaşar ve soluk alırdı…”

İçeri girip eski zaman şarkısını,

İstiyor, dinlemek istiyor yeniden

Ama Harun ay gibi soldu birden:

Ay süzülüyor;

Dingin ve asude;

Genç savaşçı ise

Savaşa gidiyor.

Yiğit mermi sürüyor silahına,

Kız da şarkı söylüyor ona:

“Sevgilim, daha cesurca

Emanet ol kaderine,

Namazında dön kıbleye,

Sadık ol Peygambere,

Ama daha sadık ol şanına!

Kanlı bir hainlikle

Halkına ihanet eden kişi,

Düşmanını yenmedikçe,

Ölür şerefsiz biri gibi;

Ne yarasını temizler yağmurlar,

Ne de leşini gömer hayvanlar!

Ay süzülüyor;

Dingin ve asude;

Genç savaşçı ise

Savaşa gidiyor.

Derin bir üzüntüyle başını yere eğen

Harun yolunu sürdürüyor hızlı hızlı,

Gözlerinde akan iri gözyaşları

Göğsüne dökülüyor kirpiklerinden…

Sonunda fırtınalarda bel veren

Baba evi beliriyor karşısında;

Bir umutla yeniden cesaretlenen

Harun camı tıklatıyor telaşla.

Tanrıya burada, bu evde belki de

İçten dualar ediliyor onun için,

Yaşlı ana oğlunun sağ salim

Savaştan dönmesini bekliyor, elbette

Babasıyla ve kardeşleriyle birlikte!…

“Ana, aç kapıyı, şu yolcuya merhamet et,

Senin en küçük oğlun Harun’um ben;

Rus kurşunlarından zarar görmeden

Sana geldim!” “Yalnız mı?” “Evet!”

“Ya, baban, kardeşlerin?” “Can verdiler!”

“Peygamber onların kutsadı ölümünü,

Ve ruhlarını alıp götürdü melekler.”

“Almadın mı yoksa onların öcünü?”

“Hayır, senin gözyaşlarını dindirmek

Ve merhem olmak için yürek acına

Yel gibi vurdum kendimi dağlara,

Kılıcımı yaban ellerde yitirerek…”

“Sus, sus, seni dinsiz imansız hain,

Sen şerefinle ölmesini bilemedin.

Yalnız yaşa, git, defol bu evden.

Bu ayıbınla, seni özgürlük kaçkını,

Kahrederek geçiremem son yıllarımı,

Kölesin, ödleksin, oğlum değilsin sen!..”

Annenin bu ret sözleri sona erdi,

Derin bir uykuya dalmıştı her yer.

Pencere dibinde uzun süre dinmedi,

Yakarılar, lanetler ve inlemeler;

Ve sonunda bir hançer darbesiyle

Bahtsız genç sona erdirdi utancını…

Ve anne sabahleyin oğlunu görünce,

Soğukça başka yöne çevirdi başını…

Ve Harun’un sürgün edilmiş naaşını

Müminler taşımadılar mezarlığa,

Ve derin yarasından akan kanını

Ev köpekleri yaladı hırlaya hırlaya;

Ölünün soğuk bedeni üzerinde

Küfredip durdular küçük çocuklar,

Firarinin ölümü ve ayıbı üzerine,

Bir sürü efsane uydurdu insanlar.

Ruhu yüce peygamberden Harun’un,

Dehşet içinde köşe bucak kaçarmış:

Ve doğu dağlarında gölgesi onun,

Karanlık gecelerde hala dolaşırmış,

Ve sabaha karşı camı tıklatıp, içeri

Almaları için yalvarırmış sürekli,

Ama sesli okunan Kuran ayetlerini

Duyunca kaçarmış hemen gerisingeri

Daha önceden düşmandan kaçtığı gibi.

-Mihail Yuryeviç Lermontov-

--

--

Murat Ürek

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi-kendimce yazdıklarım için not defterim.