Lermontov’un bir şiiri (Kaçak)
Lermontov, Rus yazar ve şair. En bilinen eseri “Zamanımızın Bir Kahramanı” isimli romanı. Ayrıca şiirleri var. Daha detaylı ve güzel bir şekilde ele alınması gerekir Lermontov’un. Ben sadece bir şiirini paylaşmak istiyorum. Şiirin ismi “Kaçak”. Bu şiir gerçekten derinden bir ürperti hissettirdi. Hayatın o sıkıcı ve soğuk tarafını bir savaşta cengederken bile bir dostun, kardeşinle konuşurken bile hatta aşık olurken ve aşka yenik düşerken bile en güzel şekilde aktarmasını bilen Lermontov, bu şiirinde Kafkasyada Ruslarla çarpışan halkların bu savaşına başka bir açıdan ışık vuran bir şiir yazmış. Bu şiirin anlamı bu tanımların kategorize edeceğinden daha fazlası.
-Kaçak-
Harun daha hızlı kaçıyordu ceylandan,
Kartaldan kaçan tavşandan daha hızlı,
Dehşet içinde kaçıyordu savaş alanından,
Çerkez kanının seller gibi akıtıldığı…
Onun babası ve iki öz kardeşi orada
Özgürlük ve onurları uğruna can verdi,
Düşman ayaklarının altında
Toz içinde yatıyor başsız gövdeleri.
İntikam istiyor dökülen kanları,
Unutmuş borcunu, utanmayı Harun;
Savaşın kızıştığı anda kaybetmiş kılıcını,
Tüfeğini — kaçıyor ardına bakmadan!
Gün battı; yükselen dumanlar
Örttü geniş bir perde gibi
Karanlık kayranların üzerini;
Doğudan esti soğuk bir rüzgâr,
Ve peygamberin çölü üzerinde
Altın ay yükseldi gitgide derinlere!
Aç susuz, yorgun mu yorgun,
Silerek kan ter içindeki yüzünü,
Ay ışığının altında seçiyor Harun
Kayaların arasından sevgili köyünü;
Usulca yanaştı kimseye sezdirmeden…
Sessizlik ve huzur var her yerde,
Kanlı savaş alanından zarar görmeden
Tek başına köyüne varmıştı işte.
Tanıdığı bir eve yürüyor aceleyle,
Ev sahibi evde, içerde ışık yanıyor;
Harun elden geldiğince heyecanını,
Bastırıp, evin eşiğine bastı ayağını;
Selim’i dostu bilmişti bir zamanlar;
Yabancıyı pek tanıyamadı Selim;
Ağır hastalıktan yatıyordu yatağında,
Adam sessizce ölüyordu bir başına…
“Allah büyüktür!” dedi hayli bitkin,
“Seni şan şeref için dertten beladan
Korumalarını buyurmuştur meleklerine!”
Ağırlaşmış kirpiklerini kaldırıp güçlükle:
“Haberler nasıl?” diye sordu ardından,
Gözlerinde bir umut ışığı yanıp söndü!…
Ve yatağında doğruldu, savaşçı kanı
Son demlerinde bile tekrar tutuşmuştu.
“Bir derbentte çarpıştık iki gün iki gece
Babam can verdi kardeşimle birlikte;
Tek başıma çöllerde gizlendim durdum,
Vahşi bir hayvan gibi izleniyordum,
Sivri kayalardan, dikenli çalılardan
Kanlara bulanmış yaralı ayaklarımla,
Takip ederek domuz ve kurt izlerini
Yürüyordum bilmediğim patikalardan;
Çerkezler öldürülüyor, her yan düşman…
Yaşlı dostum hadi, evine kabul et beni;
Peygamber şahit! Bu yaptığın hizmeti
Ölene kadar hiç unutmayacağım, inan!..”
Ölmek üzere olan adam karşılık verdi:
“Defol git, aşağılanmaya değer yaratık!
Burası senin gibi ödlek bir adama artık
Ne barınak olur ne hayır dua edilecek
Bir yer!” Gizli bir acı ve utançla Harun,
Bu kınamayı uysalca sineye çekerek,
Güler yüzle karşılanmadığı bu evde
Geldiği gibi ayrıldı tek söz etmeden.
Harun başka bir evin önünden
Geçerken ansızın duruverdi,
Eski günlerin uçucu düşleri
Soğuk alnından hararetle öperken
Bir sıcaklık kapladı yüzünü;
Gönlü ferahladı, ışıdı ruhu;
Gecenin karanlığında önünde,
Ateşli gözlerin ilgi ve şefkatle
Işıldadığını görmüştü sanki,
İçinden: “Sevilmiştim ben,” dedi,
“Benimle yaşar ve soluk alırdı…”
İçeri girip eski zaman şarkısını,
İstiyor, dinlemek istiyor yeniden
Ama Harun ay gibi soldu birden:
Ay süzülüyor;
Dingin ve asude;
Genç savaşçı ise
Savaşa gidiyor.
Yiğit mermi sürüyor silahına,
Kız da şarkı söylüyor ona:
“Sevgilim, daha cesurca
Emanet ol kaderine,
Namazında dön kıbleye,
Sadık ol Peygambere,
Ama daha sadık ol şanına!
Kanlı bir hainlikle
Halkına ihanet eden kişi,
Düşmanını yenmedikçe,
Ölür şerefsiz biri gibi;
Ne yarasını temizler yağmurlar,
Ne de leşini gömer hayvanlar!
Ay süzülüyor;
Dingin ve asude;
Genç savaşçı ise
Savaşa gidiyor.
Derin bir üzüntüyle başını yere eğen
Harun yolunu sürdürüyor hızlı hızlı,
Gözlerinde akan iri gözyaşları
Göğsüne dökülüyor kirpiklerinden…
Sonunda fırtınalarda bel veren
Baba evi beliriyor karşısında;
Bir umutla yeniden cesaretlenen
Harun camı tıklatıyor telaşla.
Tanrıya burada, bu evde belki de
İçten dualar ediliyor onun için,
Yaşlı ana oğlunun sağ salim
Savaştan dönmesini bekliyor, elbette
Babasıyla ve kardeşleriyle birlikte!…
“Ana, aç kapıyı, şu yolcuya merhamet et,
Senin en küçük oğlun Harun’um ben;
Rus kurşunlarından zarar görmeden
Sana geldim!” “Yalnız mı?” “Evet!”
“Ya, baban, kardeşlerin?” “Can verdiler!”
“Peygamber onların kutsadı ölümünü,
Ve ruhlarını alıp götürdü melekler.”
“Almadın mı yoksa onların öcünü?”
“Hayır, senin gözyaşlarını dindirmek
Ve merhem olmak için yürek acına
Yel gibi vurdum kendimi dağlara,
Kılıcımı yaban ellerde yitirerek…”
“Sus, sus, seni dinsiz imansız hain,
Sen şerefinle ölmesini bilemedin.
Yalnız yaşa, git, defol bu evden.
Bu ayıbınla, seni özgürlük kaçkını,
Kahrederek geçiremem son yıllarımı,
Kölesin, ödleksin, oğlum değilsin sen!..”
Annenin bu ret sözleri sona erdi,
Derin bir uykuya dalmıştı her yer.
Pencere dibinde uzun süre dinmedi,
Yakarılar, lanetler ve inlemeler;
Ve sonunda bir hançer darbesiyle
Bahtsız genç sona erdirdi utancını…
Ve anne sabahleyin oğlunu görünce,
Soğukça başka yöne çevirdi başını…
Ve Harun’un sürgün edilmiş naaşını
Müminler taşımadılar mezarlığa,
Ve derin yarasından akan kanını
Ev köpekleri yaladı hırlaya hırlaya;
Ölünün soğuk bedeni üzerinde
Küfredip durdular küçük çocuklar,
Firarinin ölümü ve ayıbı üzerine,
Bir sürü efsane uydurdu insanlar.
Ruhu yüce peygamberden Harun’un,
Dehşet içinde köşe bucak kaçarmış:
Ve doğu dağlarında gölgesi onun,
Karanlık gecelerde hala dolaşırmış,
Ve sabaha karşı camı tıklatıp, içeri
Almaları için yalvarırmış sürekli,
Ama sesli okunan Kuran ayetlerini
Duyunca kaçarmış hemen gerisingeri
Daha önceden düşmandan kaçtığı gibi.
-Mihail Yuryeviç Lermontov-